11 Kasım 2017 Cumartesi

Nehir,Deniz,Derya bu yazı sizin için...

Sevgili Nehir,Deniz ve Derya,
     
    Umarım bu yazımı okuyorsunuzdur.Çünkü bu yazımı sizin için yazıyorum.Yazılarımın hepsi insanlar için yazılmıştır.Onlar bilgiler öğrensin ailelerine ne yapacaklarını düşünsün diye yazıyorum.Umarım internet sitemi beğenmişsinizdir...
              
                             SEVGİLER Özge


Not:Sevgili okurlarım bu yazı Sibel-İsmet Çatık Ortaokulu 5/G sınıfı öğrencilerinden Nehir Deniz Boran ,Deniz Zeynep-Derya Delice için yazılmıştır.

5 Kasım 2017 Pazar

SEVGİLİ OKURLARIM,


         Eğer şu an beni burada okuyan 5/G sınıfı öğrencileri varsa çok teşekkür ederim.


Alfred Einstein’s Genius.     Ne kadar zekisin?

   
 

                                             SEVGİLİ OKURLARIM

İnternet siteme yorum yazıp üye olmayı unutmayın.

12 Temmuz 2017 Çarşamba

DOĞUM GÜNÜ:
               

    HEDİYE DERDİNE DÜŞMEYİN.AMA YANİ ŞÖYLE NE ALACAĞIM DİYE KAFAYI YEMEYİN.BABANIZIN , ANNENİZİN NEYE İHTİYACI VARSA ONU ALIN.
EĞER "ELHAMDÜLİLLAH HİÇBİR ŞEYE İHTİYACIMIZ YOK" DİYORSANIZ BABANIZA TIRAŞ MAKİNESİ,ANNENİZE PARFÜM YA DA ÇİÇEK ALIN.

Aile bir toplumun adeta hücrelerini ve özünü oluşturur.

MORS ALFABESİ : 1843’ te Samuel Morse, telgraf mesajlarında nokta ve çizgilerden oluşan ünlü Mors Alfabesi’ ni geliştirdi. Morse, Baltimore’ den Washington’ a uzanan 60 km’ lik bir telgraf hattı kurarak, hattı başkanlık seçimleriyle ilgili haberleri iletmek için kullandı.Hayatımızda Yer Tutan Önemli İcatlar ve Mucitleri



23 Nisan 2017 Pazar

Jules Gabriel Verne (Fransızca telaffuz: [ʒyl vɛʁn]; 8 Şubat 1828 – 24 Mart 1905), Fransız yazar ve gezgin.
Verne, Hugo Gernsback ve H. G. Wells ile genellikle "Bilim kurgunun babası" olarak adlandırılır. Eserlerinde ayrıntılarıyla tarif ettiği buluşlar ve makinaların o sıralarda gelişmekte olan Avrupa sanayisi ve teknolojisine ilham kaynağı olduğu düşünülür. Özellikle uzayhava taşıtlarıdenizaltılar hakkında yazmıştır.
Daha çok Denizler Altında Yirmi Bin Fersah (1870), Dünyanın Merkezine Yolculuk (1864) ve Seksen Günde Devr-i Âlem (1873) romanlarıyla tanınır. UNESCO’nun çeviri kitap veritabanına (Index Translationum) göre dünyada en çok çevrilen ikinci bireysel yazardır
Jules Verne
Félix Nadar 1820-1910 portraits Jules Verne.jpg
Jules Gabriel Verne
Doğum8 Şubat 1828
NantesFransa
Ölüm24 Mart 1905 (77 yaşında)
AmiensFransa
MeslekBilim kurgu yazarı


Çocukluğu, Gençlik yılları 

Hayatı

8 Şubat 1828’de Fransa'nın Nantes şehrinde doğdu. Varlıklı bir avukat olan Pierre Verne ile eşi Sophie Henriette Allotte de la Fuye’nin beş çocuğundan en büyüğüdür. Kış aylarında yoğun trafikli bir liman şehri olan Nantes’da; yaz aylarında ise Loire Nehri kıyısında yelkenlileri ve gemileri izleyerek geçirdiği çocukluğu, seyahat ve macera üstüne hayallerini ateşledi.[2] 12 yaşında iken tayfalık yapmak üzere bir gemiye binip evden kaçmaya yeltenen Jules Verne’in, babası tarafından yakalanıp gemiden indirildiğinde “bundan sonra yalnız hayal dünyasında seyahat edeceğine“ dair ailesine söz verdiği rivayet edilir[3] Bu hikayenin gerçekliği hakkında şüpheler vardır.[4]. Jules Verne'nin deniz ve macera tutkusunu kardeşi Paul de paylaşıyordu; Paul, sonunda bir deniz mühendisi oldu.[5] Jules Verne ise kısa hikayeler ve şiirler yazmaya başladığı yatılı okul döneminin ardından 1846'da babasının işini devam ettirebilmek için hukuk öğrenimi görmek üzere Paris’e gitti.
Jules Verne, Paris'e gittikten sonra kısa sürede hukuk diplomasını aldı ancak bu süre içinde edebiyat hevesinin hukuka ilgisinden daha büyük olduğunu fark etti. Amcası aracılığıyla Paris edebiyat çevresi ile tanıştı[5] Şahsen tanıdığı Victor HugoAlexandre Dumas (oğul) gibi yazarların etkisinde tiyatro oyunları kaleme aldı; bohem bir hayat sürdürdü. Baba-mesleğini devam ettirmek yerine tiyatro ve edebiyata yönelmesine kızan babası maddi desteğini kesince geçimini yazarak karşılamak zorunda kaldı.
Yazarlığa, arkadaşı müzisyen Jean Louis Aristide Hignard ile birlikte tiyatro oyunları yazarak başladı. İlk tiyatro eseri 12 Haziran 1850'de sahnelendi. 1852-1855’te bir Paris tiyatrosunda sekreterlik yaptı; komediler, operetler yazdı; kısa hikâyeler kaleme alıp dergilerde yayınlatmaya başladı. Çoğu Paris’te çıkan “Musée des familles” adlı dergide yayınlandı[4]. Amerikalı yazar Edgar Allan Poe'nın eserlerini okuduktan sonra onun büyük bir hayranı olan Verne, Poe etkisinde yazılar üretmeye başladı[5].
Bir gemi ile dünyayı dolaşmış olan Fransız seyyah Jacques Arago ile dost oldu. Bu dostluk ona, Paris’ten daha geniş ve ilginç dünyalar hakkında yazılar yazması için ilham verdi; Fransa dışına hiç çıkmamış olsa da hayal gücünü kullanarak başka dünyaları anlattı.

Evliliği, borsacılık yılları, ilk seyahatleri

1857’de iki kız çocuğu sahibi bir dul hanım olan Honorine de Viane More ile evlendi. Eşinin borsacı erkek kardeşinin etkisi ile Paris Menkul Kıymetler Borsası’nda brokerlik yapmaya başladı ama edebi çalışmalarına ara vermedi.
1859’da arkadaşı Aristide Hignard ile birlikte ilk defa Fransa’nın dışına çıkarak, Britanya Adaları’nı gezdi. Bu seyahatin notlarını “İskoçya Seyahati” adıyla romanlaştırdı. 1861 yazında aynı arkadaşı ile çıktığı İskandinavya Seyahati, eşinin doğum yaptığı haberinin gelmesi üzerine yarıda kaldı. Jules Verne’in, 5 Ağustos’ta dünyaya gelen oğullarına “Michel” adı verildi.

Balonla Beş Hafta

Verne, borsadaki işine devam ederken yirmiden fazla günlük gazeteyi, her türlü bilimsel yayınları okuyor; astronomi, meteoroloji ve fizyoloji alanlarındaki deneyleri, keşifleri yakından takip ediyor; coğrafya ile ilgileniyordu[6]. Okuduklarına dayanarak o günlerde Avrupalılar için gizemli bir kıta olan Afrika’da balonla yapılan bir seyahat hakkında kitap yazmayı düşündü. O yıl Fransız fotoğrafçı Nadar, adını “Dev” koyduğu bir sıcak hava balonu yapmaya çalışıyordu ve bu konu kamuoyunun çok ilgisini çekiyordu. Jules Verne, kitabı üzerinde çalışırken Nadar ile tanıştı; bu ilişki sayesinde romanı için gerekli teknik bilgileri edindi. Yazdığı roman, coğrafi gerçekler, bilimsel buluşlar ve hayal ürünü bir hikayeyi bir araya getiren yeni bir tür roman idi. “Balonla Beş Hafta” adlı bu eseri, daha sonraki çalışmalarında izlediği biçimin temelini oluşturdu.[7]

Yayıncı Hetzel

Yayınlatmaya çalıştığı kitabı çeşitli yayıncılar tarafından reddedilen Jules Verne’in edebi kariyeri yayıncı Pierre Jules Hetzel ile tanıştıktan sonra başladı. “Balonla Beş Hafta”, 1863 yılında Hetzel tarafından yayımlandı ve bir anda büyük başarı kazandı.
Kitabın başarısından sonra borsacılığı bırakıp kendisini tamamen edebi çalışmalara veren Jules Verne, Hetzel ile bir sözleşme yaptı ve yirmi yıl boyunca her yıl iki cilt fenni roman veya daha kısa sürede 40 adet fenni roman yazmayı taahhüt etti.[8] İlk olarak Dünyanın Merkezine Yolculuk (1864), Aya Seyahat (1865), Ayın Etrafında (1870) adlı kitaplarını yayınladı. Kitapçı Hetzel, yazarla yaptığı ilk sözleşmeyi içine daha parlak şartlar koyarak beş defa tekrarladı.
Jules Verne, ömrü boyunca ardı ardına eser vermeyi sürdürdü. Yapıtları arasında Denizler Altında Yirmi Bin Fersah (1870), Bir Gazetecinin Yolculuk Notları (1872), Seksen Günde Devr-i Âlem (1873), Esrarlı Ada (1875), Chancellor Kazazedeleri (1875), Michael Strogoff (1876), 15 Yaşında Bir Kaptan (1878) vardır.

Seyahatleri

Jules Verne, 1859 ve 1861’de arkadaşı Aristide Hignard ile yaptığı ilk yurtdışı seyahatlerinden sonra Nisan 1867’de kardeşi Paul ile birlikte Amerika kıtasına seyahat etti. Verne’nin bu seyahatinin 26 günü gemide geçmişti; sadece sekiz gününde New York’u ve Niagara Şelalesi’ni görebildi. Ancak bu gezisi, “Yüzen Şehir” adlı kitabına “Denizler Altında 20.000 Fersah” adlı romanındaki birçok fikre ilham sağladı[9]
Yazar, 1872’de eşinin doğduğu şehir olan Amiens’e yerleşti. Kitaplarından elde ettiği kazançla “St. Michel” adını verdikleri bir yat satın aldı ve kendi hayatında da kitaplarındaki gibi maceralar yaşamak üzere yatı ile seyahatlere çıktı. Seyahatleri yeni kitapları için ilham sağladı.
1872’de Londra ve Woolwich, 1871-1873 arasında yayıncısı Hertzel’in davetiyle Manş Adaları’na geziler yaptı, 1876’da İngiltere kıyılarını dolaştı.
1878’de yatı ile uzun bir geziye çıkarak LizbonTanca ve Cebelitarık’ı dolaştı. 1881’de HollandaDanimarkaAlmanya’yı ziyaret etti.
1884’te yeniden yatıyla Akdeniz gezisine çıkarak CezayirMaltaİtalya’yı dolaştı.
1883’te yayımladığı ve mekân olarak Osmanlı topraklarını seçtiği “İnatçı Keraban” adlı kitabındaki detaylı İstanbul tasvirlerinden ötürü yazarın Türkiye’ye de seyahat etmiş olduğu düşünülür [10] ancak bunun da Verne’nin gerçekte hiç Türkiye’de bulunmadığı, bunun da onun hakkındaki efsane ve söylentilerden birisi olduğu söylenir[4].

Son yılları

1886’da evine döndükten sonra akıl hastası olan yeğeni tarafından vuruldu ve bu nedenle hayatının geri kalanında baston kullanmak zorunda kaldı; tedavi için sürekli uğraştı. 1887’de yayıncısı Hetzel’in ve ardından annesinin ölümü üzerine hayatının karamsar bir dönemine girdi.
1888’de siyasete atılan Jules Verne, Amiens belediye meclisinde görev aldı. Tiyatrolar, okullar ve şehircilik gibi kültürel sorunlarla ilgilendi. 1889’da Belediye Sirkini kurdu. 1892, 1896 ve 1900 dönemlerinde de Meclis üyeliğine yeniden seçildi[4].
İlerleyen şeker hastalığı sonucu 1902’de kısmen görme yeteneğini kaybeden yazar,[3] 24 Mart 1905’te Amiens’teki evinde hayatını kaybetti. Amiens’te La Madeleine Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Ölümünden iki yıl sonra mezarının başına bir heykeli dikildi. Heykelde Verne, mezarında doğrulmuş, bir elini yıldızlara uzatır biçimde betimlenir.[7]

Eserlerinin Türkçe yayınlanması

Jules Verne eserlerinin Türkçeye çevrilip yayınlanmasının geçmişi 1875 yılını bulur. Harf Devrimi’nden sonra eserleri yeni harflerle tekrar yayımlandı. En önemli Jules Verne çevirmeni, Ferid Namık Hansoy’dur. 1940’larda Jules Verne’in eserlerini çevirmeye başlayan Hansoy, yazarın elli eserini Türkçeye kazandırdı.

Yirminci Yüzyıl'da Paris

Yirminci Yüzyıl'da Paris romanı, kaleme alındıktan 130 yıl sonra yayımlanabilmiş bir eseridir. Verne, bu kitabı 1863 yılında kaleme almış ama yayıncısı Hetzel, fazla karamsar olduğu gerekçesiyle yayımlamayı reddetmişti. Eserin kaybolduğu sanılan yazması, 1990’da ailesi tarafından eski bir sandıkta bulundu. Eser, 1994 yılında Fransa’da yayımladı ve büyük ilgi gördü[4].

Bilimkurgu yazarlığı

Jules Verne ismi, kaynakların çoğunda Hugo Gernsback ve H. G. Wells ile birlikte bilimkurgunun babası olarak anılıyor olsa da öykülerindeki ayrıntıları bilimsel gerçeklere dayanarak kaleme alındığı için Jule Verne’nin bilimkurgu yazarı değil, bilim yazarı[11] veya teknoloji yazarı[12] olarak anılması gerektiği iddia edilir.
Günün maddeleri
Haeckel Discomedusae 8.jpg
Kunstformen der Natur, (Doğanın Sanatsal Biçimleri), Alman biyolog Ernst Haeckel'in taş baskı eserlerinden oluşan bir kitaptır.
1899-1904 yılları arasında 10 levhalık setler halinde ve 1904'de de tam bir cilt olarak yayımlanan bu kitapta, çoğu ilk olarak Haeckel'in kendisi tarafından tanımlanmış olan çeşitli canlılara ait 100 adet baskı levha bulunur. Kitap, Haeckel'in kariyeri boyunca üretmiş olduğu taslaklar ve sulu boya resimlere dayanarak üretilmiş binden fazla baskı içinden en iyilerinin seçilmesiyle oluşturulmuştur. Haeckel'in kitabında özellikle dikkat çeken levhalar arasında, Protista âlemininRadiolaria (ışınlılar) şubesine dahil planktonlara ait olan ve bu canlıların amatör mikroskopçular arasında popülerleşmesine katkıda bulunan çeşitli baskılar vardır. Bu baskılardan, neredeyse her onluk sette en az bir tane bulunur. Hayvanlar âleminin Knidliler (Cnidaria) şubesi de kitapta oldukça öne çıkarılmıştır. Actiniaria, Semaeostomeae ve Siphonophora gibi çeşitli Knidliler takımlarından canlılara yer verilmiş olan kitabın birinci onluk setinde, Haeckel'in ikinci eşi Anna Sethe'nin ölümünden kısa bir süre sonra tanımladığı ve "Desmonema annasethe" adını verdiği (günümüzde, Cyanea annasethe), özellikle çarpıcı bir denizanası da resmedilmiştir. 

Ayumi Hamasaki 2007.jpg
Ayumi Hamasaki, (Japonca 浜崎あゆみ) (Hamasaki Ayumi, d. 2 Ekim 1978?), ödül kazanmış bir J-pop şarkıcısı ve söz yazarıdır. Ayu olarak da bilinen Hamasaki Japonya'nın en ünlü ve itibarlı pop şarkıcılarından biridir ve "J-Pop'un İmparatoriçesi" unvanını taşımaktadır. Fukuoka'da, tek-ebeveynli bir ailede doğup büyüyen Hamasaki eğlence sektöründe kariyer izlemek amacıyla on dört yaşında Tokyo'ya yerleşti. İlk çıkışını 1998'de "Poker Face" single'ı ile yaptığından beri dokuz tam-uzunluklu stüdyo albümü, bir mini-albümü, dört derleme albümü, kırk dört single'ı ve sayısız stüdyo olmayan albümleriyle yaklaşık 50 milyon kayıt satmıştır.
39. single'ı "Startin'/Born to Be..." (2006) ile birlikte Hamasaki, Japonya'nın en çok bir numara single'ı bulunan bayan solo sanatçısı haline geldi. 2007'de "Talkin' 2 Myself" singleının çıkışıyla Hamasaki, 33 bir-numara singlea ("A Song Is Born" da dahil edildiğinde 34) ve Japon Oricon listelerinin Top 10'unda zirveye çıkmış 43 single'a imza atmış oldu. (2002'deki "Free & Easy"'den başlayan) 25 adet ardışık olarak bir-numara olmuş single'ı vardır. Ayrıca ilk orijinal on bir albümü Oricon listelerinde zirve yapmış ilk Japon sanatçıdır. 


Günün maddeleri
Rojava Kurdisch kontrollierte Gebiete.jpg
Tel Abyad MuharebesiSuriye İç Savaşı sırasında Irak ve Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) 27 Şubat 2016 günü Tel Abyad'a saldırması sonucu çıkan ve 1 Mart'a kadar süren çatışmalar bütünü.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin aktardığı bilgilere göre; savaşın başlangıcından yaklaşık bir ay önce YPG üniforması giyerek gizlenmiş çok sayıda IŞİD militanı Tel Abyad'a giriş yaptı. Bu militanlar "Hilafet Gençleri" ya da IŞİD'in çocuk askerleri olarak adlandırılmaktaydı. 27 Şubat 2016'da yerel saatle 23:00'da yüzü aşkın IŞİD militanı, YPG denetimindeki Tel Abyad'a Suriye-Türkiye sınırı tarafından saldırdı. Saldırı Suriye'deki genel ateşkesin yürürlüğe girmesinden yalnızca birkaç saat sonra meydana geldi. YPG askeri sözcüsü Redur Xelil'e göre, saldırı Tel Abyad'ı tekrar almak için değil, Kürt kantonlarının bağlantısını kesmek ve Haziran 2015 Kobani saldırısı'nda olduğu gibi bölgedekilere mümkün olduğunca çok zarar vermekti. 

Hexahedron.jpg
Delos problemi, veya küpü iki katına çıkarma pergel ve cetvel kullanarak çözülemeyen üç geometrik problemden biri. Eski Mısırlı, Yunan ve Hint matematikçiler bu problem üzerinde çalışmışlardır.
"Küpü iki katına çıkarmak", ayrıt uzunluğu s ve hacmi V olan bir küp kullanarak 2V hacminde yeni bir küp oluşturmak anlamına gelmektedir. Oluşturulacak olan küpün ayrıt uzunluğu  olduğundan ve bu ifadenin sayı doğrusu üzerindeki yeri tam olarak belirlenemeyeceğinden bu problem yalnız pergel ve cetvel kullanarak çözülememektedir.
Problemin adı, Apollon tarafından gönderilen felakete çare bulmak amacıyla Delfi'deki kahine başvuran Delos sakinlerine dayanmaktadır. 
Ametist
Ametist (SiO2) mor renkli bir kuvars türüdür. Ametistin sahip olduğu eflatun, mor ve kırmızı ağırlıklı renklerin kaynağı henüz tam olarak bilinmemektedir. Çeşitli renklerine farklı tanımlar verilmiştir. "Rose de France" genellikle açık pembemsi lavanta veya leylak gölgeye sahiptir. En değerli rengi ise kırmızı parıltılara sahip koyu menekşe rengi olanıdır; bu renkteki ametist "Sibiryalı" olarak adlandırılır. Resimde bir ametist kümesi görülmektedir. Magaliesburg, Güney Afrika.






babalara herşey babalar dışında herkese de bilgi sunar

15 Mart 2017 Çarşamba

Mustafa Kemal Atatürk (19 Mayıs[2] 1881, Selanik – 10 Kasım 1938, İstanbul), Türk Kurtuluş Savaşı'nın askeri ve siyasi lideri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve 1923'ten 1938'e dek görev yapmış ilk CumhurbaşkanıTürk Ordusu Mareşali ve daha öncesinde bir Osmanlı paşası.
Atatürk Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusuna hizmet veriyordu; Çanakkale Cephesi'nde albaylığa, Sina-Filistin Cephesi'nde ise Yıldırım Orduları (7. Ordu) generalliğine atanmıştır. Savaşın sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisini takiben Türk Kurtuluş Savaşı'ndaki Türk Ulusal Hareketi'ne önderlik etmiştir. Kurtuluş Savaşı sürecinde Ankara Hükûmeti'ni kurmuş, askeri eylemleriyle İtilaf Devletleri tarafından gönderilen askeri güçleri bozguna uğratmış ve Türk milletini zafere götürmüştür. Atatürk daha sonra eski Osmanlı İmparatorluğu'nu modern ve seküler bir ulus devletine dönüştürmek için politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel reformlar başlatmıştır. Liderliği altında binlerce yeni okul inşa edildi. İlköğretim ücretsiz ve zorunlu hale getirildi. Kadınlara sivil eşitlik ve politik haklar verildi. Köylülerin sırtına yüklenen ağır vergiler azaltıldı. Türk Orduları Başkomutanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi'ndeki başarısından dolayı 19 Eylül 1921 tarihinde "Gazi" unvanını almış ve mareşalliğe yükselmiştir. Halk Fırkası'nı kurmuş ve ilk genel başkanı olmuştur. 1938 yılındaki vefatına kadar arka arkaya 4 kez cumhurbaşkanı seçilen Atatürk, bu görevi en uzun süre yürüten cumhurbaşkanı olmuştur.
Atatürk tarihte oynadığı önemli rolden dolayı pek çok yazar ve tarihçi tarafından incelenmiş ve hakkında 379 eser yazılmıştır. Bu yönüyle hakkında en çok eser yazılan ilk 100 kişi arasında yer almaktadır. Ayrıca dünyada ilk kez ve tek örnek olmak üzere, Birleşmiş Milletler'in UNESCO örgütü tarafından, kendisinin 100. doğum yılı olması sebebiyle ve tüm ülkelerin oy birliğiyle 1981 yılı "Atatürk Yılı" olarak kabul edilmiştir. Dergilerinin Kasım 1981 sayısında da, Atatürk ve Türkiye konusu ele alınmıştır.
IV. Murad (Osmanlı Türkçesi: مراد رابع Murād-i rābi‘) (d. 27 Temmuz 1612, İstanbul - ö. 8 Şubat 1640, İstanbul), 17. Osmanlı padişahı ve 96. İslam halifesi. 1623 ile 1640 yılları arasında hüküm sürdü. Revan (Erivan) ve Bağdat fatihidir. IV. Murad İstanbul'da, Sultan I. Ahmed'in ve asıl ismi Anastasya olan Rum asıllı cariye Kösem Sultan'ın oğlu olarak dünyaya geldi. Ağabeyi II. Osman'ın Yedikule zindanlarında bir grup isyancı tarafından öldürülmesi üzerine amcası I. Mustafa tahta geçmişti. Akli dengesi bozuk olan amcası I. Mustafa'nın yerine 11 yaşındaki IV. Murad padişah yapıldı.Osmanlı Padişahı II. Osman'ın tahttan indirilerek öldürülmesi üzerine yerine akli dengesi bozuk olan I. Mustafa tekrar tahta çıkarılmıştı. I. Mustafa akli dengesindeki bozukluk nedeniyle devleti yönetemeyecek bir durumda olması nedeniyle alınan karar gereği tahttan indirildi. Yerine ise 10 Eylül 1623 tarihinde tahta oturtulan IV. Murad geçti.[4] Ebu Eyyûb el-Ensarî Türbesi’nde Aziz Mahmud Hüdayi’nin elinden kılıç kuşanan IV. Murad, tahta çıktığında sünnetsiz olduğu için cülûsunun 5. günü sünnet edildi.[5][6] Çeşitli olumsuz olaylar sebebiyle kargaşalı bir durumun mevcut olduğu dönemde tahta çıktı. Osmanlı'da can ve mal güvenliği neredeyse kalmamış ve hazine tükenme noktasına gelmişti.[6] Çözülmesi gereken önemli iç ve dış meseleler arasında Abaza Paşa isyanı ve Bağdat’ın Safevilerden geri alınması konusu önde geliyordu.[6] IV. Murad'ın henüz çocuk yaşta olması ve tecrübesizliğinden dolayı devlet yönetiminde Sadrazam Kemankeş Kara Ali Paşa kısa bir dönem öne çıktıysa da o da sorunları çözmede yetersiz kaldı. IV. Murad'ın saltanatının ilk 9 yılı annesinin kontrolü altında geçti.II. Osman'ın öldürülmesi üzerine bulunduğu yerlerdeki yeniçerileri öldürterek cezalandırmaya başlayan Abaza Paşa, IV. Murad devrinin de önemli bir sorunuydu. I. Mustafa'nın ikinci padişahlığı devrinde ayaklanan yeniçeri düşmanı Abaza Paşa durdurulmak isteniyordu. Yeniçeriler diz kapağındaki yanık üzerinden tanınmaya çalışılınca ilgisiz halk da yeniçeri oldukları iddiasıyla Abaza Paşa'nın adamlarınca öldürülüyordu.[7] Ele geçirilen yeniçerilerin boyunlarını vurduran Abaza Paşa, 1626'da Dişlenk Hüseyin Paşa'yı da öldürttü.[8] Esir aldığı yayabaşı ve bölükbaşılarından ise dördünü dörder parça ettirip Erzurum Kalesi burçlarına astırdı.[9] Abaza Paşa sorunu ile meşgul olan Halil Paşa bu hususta bir başarı elde edemeyince 1628 yılında IV. Murad tarafından görevden alındı. Bu sırada Abaza Paşa'nın iki adamı İstanbul'da yakalanınca IV. Murad'ın emri üzerine oyulan omuz başlarına mumlar dikilip çarmığa gerilerek binek hayvanları üzerinde İstanbul sokaklarında teşhir edildiler.[9][10] Sonrasında ise birinin başı kesildi, diğeri de çengele vurularak öldürüldü.[10] Yeni sadrazam Hüsrev Paşa'nın 1628'de düzenlediği sefer neticesinde teslim olan Abaza Paşa, IV. Murad tarafından yine de bağışlandı ve Bosna beylerbeyliğine atandı. Böylelikle Osmanlı için yıllardır sorun olan bir meseleye son verilmiş olundu.[11]

Kösem Sultan iktidarı

IV. Murad tahta geçtikten sonra hızlı bir eğitime tabi tutuldu. Bu süre içerisinde padişah adına annesi Kösem Sultan "saltanat naibesi" adıyla devleti yönetmek zorunda kaldı. Padişah adına devleti annesinin yönetecek olması Osmanlı tarihinde bir ilktir. Bu süre içinde imparatorluk anarşiye ve büyük iç karışıklıklara sürüklendi. SafevilerIrak'ı ele geçirdi, Bağdat başta olmak üzere birçok yerde sünniler kılıçtan geçirildi. Safevi orduları Mardin'e kadar ilerledi. Ortadoğu'daki sünni - şii dengesi bozuldu. KırımYemenLübnan ve Mısır'da ciddi isyanlar çıktı. Abaza Mehmed PaşaDoğu Anadolu'da iki kez isyan çıkardı. Askerlere verilen maaşlar arttırılırken, vergi sistemi bozulduğundan gelirlerde azalma görüldü. Kuzey Anadolu'da işlevsizleşen Tımar Sistemi ve buna bağlı artan yolsuzlukları öne süren halk isyan başlattı. Safevilere karşı yürüttüğü seferde başarısız olan Sadrazam Hüsrev Paşa'nın azli üzerine 1632 yılında Yeniçeriler sarayı basarak sadrazam ile 17 devlet yöneticisinin kellesini istedi. Yeni Sadrazam Hafız Paşa yeniçerilerce öldürdü, birçok devlet adamının evi yağmalandı. İkinci bir isyana kalkışarak padişaha güvenmediklerini söyleyen yeniçeriler, ileride padişah olacak şehzadelerin hayatlarından şüphe ettiklerini, sağ olduklarının bir ispatı olarak şehzadelerin kendilerine gösterilmesini hatta bazı şehzadelerin Yeniçeri Ocağında kendi himayelerinde kalması gerektiğini söylemişlerdir. Padişahşeyhülislam ve veziriazamın kefil olması ile yeniçerileri bu isteklerinden vazgeçirmiştir. Asilerin ayak divanına çıkartıp yaptıkları pazarlıklarla genç padişahı zor durumda bırakması, acizliği, yaşı itibariyle sürekli küçümsenmesi ve annesinin himayesinde kaldığı düşüncesi onun ilerde sert bir mizaca bürünmesine neden olmuştur.[5]
Kösem Sultan Anadolu'daki isyanları bastırmak için birçok girişimde bulunmuş ve en dikkat çekici olan Abaza Mehmed Paşa isyanı son bulmuştur. Kendisi anarşi döneminde ülkeyi toparlama konusunda yoğun bir çaba sarf etti. Dokuz yıllık saltanat naibeliği boyunca Kösem Sultan 8 veziriazam, 9 defterdar değiştirmiştir.[5] Bunun yanında muhtaçlar için aşevleri açtı, hayır kurumları yaptırdı, borçları yüzünden hapishaneye düşmüş olan mahkûmların borçlarını ödeyerek onları hapisten kurtardı ve fakir kızların çeyizlerini düzerek onları evlendirdi. Bu icraatları ilk döneminde toplum ve bürokrasi çevrelerinde takdir görmüştür.Tütün ve kahveyi yasakladı.[14] Yasağın sebebinin 1630'ların başındaki büyük İstanbul yangını olduğu bilinir ve yangın sonrası çıkabilecek bir ayaklanmaya karşı tedbir olarak İstanbul'daki kahvehaneler yıktırılır. Tütün içenlerin ise öldürülmelerine dair fetva çıkarılır.[15] Tütün içenlerden orduya mensup kişiler tespit edilince eli, ayağı kırılıp boyunlarının vurulduğu da oluyordu.[16] Tütün yasağı nedeniyle evlerin bacaları dahi koklatılıyor, tütün kokusu gelen evlerdeki kimseler ceza olarak öldürülüyordu.[6] Ayrıca meyhane ve kahvelerin Yeniçeri ve isyancıların toplanma mekanı haline gelmesi padişahı düşündürmüştü. Yasak, kaybolan devlet otoritesinin de bir nevi tekrar tesisinin bir göstergesi olacaktı. Padişah kendi yasağına ne derece uyulduğuna bağlı olarak otoritesini ölçtü. Bu nedenle yasak çok katı bir şekilde uygulandı. IV. Murad, yasağa uymayanların öldürülmesini emretti. Bizzat kendisi özellikle geç saatlerde kıyafet değiştirerek yasağa uyulup uyulmadığını kontrol etti ve bulduğu şüphelileri öldürttü.[15] Bu tebdil-i kıyafet teftiş uygulamasını sıklıkla yapmış ve birçok meyhaneyi gece kendisi bizzat baskınlar ve infazlarla kapattı. Padişahın üstün ve kutsal bir figür olarak Topkapı Sarayı'nda bulunmasına alışık İstanbul halkı halk arasına karışan ve doğrudan gücünü sergileyen IV. Murad'a bu yüzden farklı bir gözle bakmıştır. Sultanın ölünceye kadar sürdüğü bu uygulaması sonucu hiçbir padişaha karşı üretilmeyen efsane ve menkıbelere neden olmuştur. IV. Murad'ın sözlü kültürdeki zengin konumu onun özlenen otoriter bir padişah figürünün bir tecellisi olarak yorumlanmıştır. IV. Murad içkiyi de halka yasaklamış[17] ancak kendisi içki içmeyi sürdürmüş ve bu içki bağımlılığı ölümünün bir nedeni olmuştu.[18]
IV. Murad dönemindeki bir diğer yasak ise yatsıdan sonra fenersiz dışarı çıkma yasağı idi.[19] Kıyafet değiştirerek yatsıdan sonra sokakları gezen IV. Murad, fenersiz gezenlerle karşılaşınca ceza olarak onları öldürtmekteydi. Sabah olduğunda bu nedenle cezalandırılan kişilerin ölü bedenleri yerlerde görülüyordu.[20] Yasağa uymayanları ölümle cezalandıran IV. Murad, bir defasında kıyafet değiştirip gezerken, camiden geç saatte çıkıp fenersiz evine giden bir imamın çocuğunu yakalamış ve onu yasağa uymadığı için öldürtmüştü.[21]
Dini bir hareket olan Kadızadelilerin IV. Murad'ın yasaklarına destek ve etkileri olmuştu. IV. Murad'ın tütün yasağını getirmesi ve kahvehaneleri yıktırması gibi kararlarında ona destek veren Kadızadeliler ile bir birlikteliği vardı.[22] Tütün ve kahvenin haram olduğunu ileri süren Kadızadeliler hareketi, yeniliklere karşı katı bir pozisyon almış ve ateşli vaazları ile halk kitlelerini peşlerinden sürüklemişlerdi.[23]

Devrin olayları

1634 yılında IV. Murad Bursa'ya giderken yoldaki karları temizletmediği gerekçesiyle soruşturma yapmadan İznik kadısını astırır. Yaklaşık iki yıl şeyhülislamlık yapan dönemin şeyhülislamı Ahizade Hüseyin Efendi'nin bu olayı eleştirmesi ise şeyhülislamın sonunu hazırladı. İznik kadısının öldürülmesi İstanbul'da duyulunca Şeyhülislam Ahizade Hüseyin Efendi bu olayı eleştirmekten geri durmaz. Bu eleştirinin cezası ise her ne kadar başta "derhal Kıbrıs'a sürgün" kararı olduysa da[24] IV. Murad sürgünle yetinmedi ve Şeyhülislam Ahizade Hüseyin Efendi'yi boğdurtarak öldürttü.[25] Cesedi bulunmaması için kumsala gömüldü. Ahizade Hüseyin Efendi'nin oğlu ise bindiği farklı gemi denize açılmış olduğundan dolayı öldürülmekten kurtuldu.

IV. Murad'a ait minyatürü
1638 yılında ise dönemin etkili isimleriyle anlaşmazlık yaşayan Osmanlı hekimbaşı Emir Çelebi, hakkında afyon kullandığı söylenerek IV. Murad'a ihbar edilir.[26] Bunun üzerine IV. Murad'ın bir satranç oyunu sırasında Emir Çelebi'ye zorla fazla miktarda afyon yutturması üzerine Emir Çelebi zehirlenerek ölür.[27]
Hafız Ahmed Paşa'nın isyancılarca öldürülmesi
1631 yılında Hüsrev Paşa'nın yerine ikinci defa sadrazamlığa getirilen Hafız Ahmed Paşa, ilk iş olarak bulundukları yerlerde rahatsızlığa neden olan serbest durumdaki askerleri İstanbul'a getirtmeye çalıştı.[28] Bu sebeple devlet erkanının davet edildiği bir toplantı yapılarak konu görüşüldü ve alınan karar gereği davet mektupları yazılarak askerler İstanbul'a çağırıldı.[28] Böylelikle çok kalabalık bir asker topluluğu İstanbul'da birikmiş oldu. Hafız Ahmed Paşa'nın makamına göz diken Topal Recep Paşa ise İstanbul'a gelenlerle temas kurarak Hafız Ahmed Paşa'yı onların hedefi haline getirmeye uğraştı.[28]Şubat 1632'de kışkırtmaların sonucu öfkeli sipahiler At Meydanı'nda ayaklanarak Hüsrev Paşa'nın azline neden olanları IV. Murad'dan istediklerini beyan ettiler.[28] Bu olaylar sırasında İstanbul'daki dükkanlar, çarşılar kapandı ve insanlar kapılarını kapatarak evlerine çekildi.[29] Ayaklanan askerleri durduracak bir güç bulunmadığından herkes ne yapacağını şaşırmıştı.[28]
Nihayet ayaklananlara soraki gün bir yanıt verileceği duyuruldu. Hafız Ahmed Paşa da başına geleceklerden çekinmeyerek yola koyuldu. Saray kapısının önü koynu ve cebi taşlarla dolu olan sipahilerce tutulmuştu. At üzerinde geçerken kendilerine selam veren Hafız Ahmed Paşa'ya içlerinden biri taş atınca diğerleri de ona uyarak Hafız Ahmed Paşa'yı taş yağmuruna tutup atından düşürdüler.[29] Paşa'nın muhafızları derhal onu kaldırarak Babıhümayun'dan geçirip bir odaya kaçırdılar. Paşa'yı koruyanlardan birinin göğsüne hançer saplayıp öldürdüler.[29] IV. Murad'ın huzuruna çıkan sadrazam Hafız Ahmed Paşa, mühri hümayunu eliyle teslim ederek sadrazamlıktan çekildi.[29] IV. Murad ise ona kaçıp saklanmasını söyleyince kıyafet değiştirip kayığa binerek Üsküdar tarafına geçti.[29]
Babüssaade önünde ayak divanı isteyen isyancı askerlere karşı Enderun halkını silahlandıran IV. Murad ne istediklerini sordu. Verdikleri listedekileri öldürmek için isteyen isyancılar, IV. Murad'a doğru hamlede bulununca padişah hızla geri çekilerek içeri girdi. Sarayda bulunan Recep Paşa, Hafız Ahmed Paşa'nın geri getirtilmesini tavsiye etti. Hafız Ahmed Paşa gelince padişah ikinci kez ayak divanına çıktı ancak kalabalık isteğinden vazgeçmiyordu. Hafız Ahmed Paşa da bunun üzerine, "Padişahım! Hezar Hafız kulun yoluna fedadır ancak ricam budur, beni sen öldürtme, ko, bunlar öldürsün, şehit olayım!" diyerek isyancılara doğru yürüyüp gitti.[29][30] Hafız Ahmed Paşa pala ve kılıç darbeleriyle öldürüldü.
Mevlevi şeyhi Ebubekir Çelebi'nin sürgün edilişi
Revan seferine giderken Mevlevi postinişin (şeyhi) Ebubekir Çelebi ile de görüşen IV. Murad, ona iltifatta bulunup tekkesi için ödenek verdi.[31]Padişahın yakınlığını kazanan Ebubekir Çelebi, bu sayede çevresinde daha güçlü ve sözü geçer bir hale geldi. Konya’daki hükümet adamları ve kadılar ona başvurmadan bir iş göremez oldular.[32] Bu durumundan rahatsız olanlar da IV. Murad Konya’ya tekrar geldiğinde şikayette bulundular.[31] IV. Murad şikayetler dolayısıyla Ebubekir Çelebi’nin öldürülmesini emrettiyse de araya giren bazı kimselerin ricası üzerine Ebubekir Çelebi'yi bağışlayıp sürgüne gönderdi.[32]
Nakşibendi şeyhi Mahmud Urmevi'nin öldürülmesi
IV. Murad döneminin etkili Nakşibendi şeyhlerinden biri olan Mahmud Urmevi, IV. Murad'ın emri üzerine idam edilmiştir.[33][34] Mahmud Urmevi'nin 40.000 kadar müridinin bulunduğu kaynaklarda yer alır. "Rumiyye şeyhi" olarak da bilinen Mahmud Urmevi, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde şöyle geçer: "Murad Han Diyarbakır'a geldiğinde Kimyacı Maanoğlu kızını ve Rumiyye şeyhi Aziz hazretlerini bir günde şehit edip İstanbul'a hicri 1048 tarihinde girdi ve yedi gün yedi gece şenlikler oldu."[35]
Sakarya Şeyhi'nin cezalandırılması
Ilgın'da "Sakarya Şeyhi" diye tanınan Ahmed isminde bir şeyh mehdiliğini ilan ederek kendine inandırdığı köylüleri etrafında toplamıştı. İnsanlar para ve adaklarını ona veriyor, onun için canlarını vereceklerini söylüyorlardı.[36] Durdurulması için üzerine asker gönderildiğini haber alan Sakarya Şeyhi, yaklaşık sekiz bin kişiyi toplayıp çarpışmaya karşı hazır bulundu.[36] IV. Murad’ın Sakarya Şeyhi’nin üzerine yollattığı askeri kuvvet yenilince üç bin kişilik ek bir kuvvet daha gönderildi. Ancak bu kuvvet de mehdi olduğunu iddia eden Sakarya Şeyhi Ahmed'i ele geçiremeyince, anlaşmaya varılan bir yerli sayesinde baskınla yakalandı.[36] IV. Murad'ın huzuruna çıkarılan şeyh, padişah tarafından azalarlandı. Parmakları kesilen Sakarya Şeyhi başında siyah bir sarık ile çıplak bırakılıp eşeğe bindirilerek teşhir edildikten sonra burnu, kulağı, elleri ve ayakları kesildi.[36] Böylelikle Sakarya Şeyhi orada can verdi.[36]

Bilim ve sanat

IV. Murad'ın devrinde Nef'iHezarfen Ahmet ÇelebiLagari Hasan ÇelebiBekri MustafaEvliya ÇelebiŞeyhülislam Yahya gibi kişiler yaşamıştır. Şair Nef'i hicivleriyle ünlü divan şairidir, döneminin devlet adamlarını çarpık düzenini hicvetmektedir. Bazen hicivleri yüzünden başı derde giren Nef'i padişah tarafından defalarca uyarılmıştır ancak padişaha söz vermesine rağmen hiciv yazmaya devam edip Vezir Bayram Paşa hakkında hiciv kaleme alınca IV. Murad'ın emriyle 1635 yılında boğdurularak idam edilmiştir.
Hezarfen Ahmet Çelebi ve Lagari Hasan Çelebi'nin uçuş denemeleri bu dönemin en dikkat çeken bilimsel gelişmeleri olmuştur. Sultan IV. Murad'ın izni ve bilgisi dahilinde önce Hezarfen Ahmet Çelebi kendi yaptığı dev kanatlarla Galata Kulesi'nden Üsküdar'daki Doğancılar meydanına bir uçuş gerçekleştirmiştir. Bu uçuşun Galata Kulesi'nden Kız Kulesi'ne yapılması planlanmışsa da rüzgar uçuş rotasını etkilemiştir. Bu uçuş zannedildiği gibi padişaha rağmen değil bizzat padişahın da (Bağdat Köşkü'nün bulunduğu yerden) seyrettiği planlı bir faaliyettir ve uçuşun ardından Hezarfen yine padişah tarafından takdir ve yeni çalışmalar için destek görmüştür. Uçuş dünya havacılık tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Eğer gerçekliği genel kabul görürse Hezarfen o güne kadar gökyüzünde en uzun süre kalan, süzülen ve uçan ilk havacıdır. Dahası uçuşu kıtalararası ilk uçuştur. Ancak bugün yapılan bazı bilimsel çalışmalar Hezarfen'in sadece süzülerek boğazın bir yakasından diğerine kadar uçabilmesini şüpheli görür. Hem Galata Kulesi'nin yüksekliği hem de boğazdaki mevcut hava akımı bu uçuşu zora sokmaktadır. Sadece süzülerek mi uçtuğu, birikimini nereden sağladığı, nerede ve nasıl çalıştığı ya da taktığı kanatların mahiyeti bugün tam olarak bilinememektedir. Ayrıca bu uçuşun Hezarfen'in ilk deneyimi olup olmadığı da tartışmalıdır. Bazı deneme uçuşları yapmış olması muhtemeldir. Kendisi hakkındaki bilgiler çok kısıtlıdır ve çoğu söylence ve dedikodudan ibarettir.
Hezarfen'e gösterilen bu ilgiden cesaret alan Lagari Hasan Çelebi de yine IV. Murad'ın izni ve denetiminde uçuş çalışmaları için destek görmüştür. En önemli ve kayıtlara geçen uçuşu padişahın kızı Kaya Sultan'ın doğum günü ya da düğün merasiminde 1633 yılında Topkapı Sarayı'nda, bugünkü Sarayburnu'nda gerçekleşmiştir. Lagari kendi yaptığı ve içinde bulunduğu bir füze ile tüm davetlilerin gözü önünde gökyüzüne dikey olarak uçmuş ve barutu tükenmeye yakın da kendi yapımı olan bir paraşütle boğaza atlamıştır. Bu uçuşu da doğru kabul edersek Lagari Hasan Çelebi yerden gökyüzüne bu derece yükselmeyi başarabilen ilk insandır. Dahası füzeciliğin ve roketli uçuşun da babasıdır. Kendisi de padişahın desteğini almış olmasına rağmen sonraki dönemlerde sürgüne gönderilmiştir. İddialara göre bu ilk uçuş denemelerine sempatiyle yaklaşan Sultan IV. Murad, hem Hezarfen'den hem de Lagari'den tedirgin olmuş ve ikisini bir daha bir araya gelemeyecek şekilde İstanbul'dan uzaklaştırmıştır. Hezarfen Ahmet Çelebi Fizan'a (Tarablusgarb/Libya) Lagari Hasan Çelebi ise Kırım'a sürgün edilmiştir. Fakat padişahın bu iki bilim adamına ilk aşamada gösterdiği destek gözden kaçmakta ve sürgün nedenlerinin üzerinde durulmamaktadır. Denemelerinin boyutları ve rahatsızlık nedeni tam olarak bilinememektedir. İddialar göre padişaha bazı devlet adamlarının telkinlerde bulunduğu ve "Allah insanların uçmasını isteseydi onları zaten kanatlarıyla birlikte yaratırdı, bu kişiler Allah'a karşı gelmektedirler." diyerek etkiledikleri söylenir. Padişahın bu iki kişiden tedirgin olması ve onları iktidarına karşı bir tehdit olarak algılaması da tartışmalı bir konudur. Çünkü Hezarfen ve Lagari Hasan Çelebi'ler İstanbul'da bulunmakta ve denetim ve destek görerek çalışmaktadırlar. Bundan başka bazı tarihçiler bu iki denemeye de şüpheli yaklaşır. Nedeni kaynaklardan teyit edilemiyor olmasıdır. Abartılı üslubuyla dikkat çeken Evliya Çelebi'nin Seyehatnamesi'nin bu derece önemli bir iddiayı referans almak için güvenilir bulanamamasıdır. Çünkü uçuşlarla ilgili tek kaynak Seyahatname'dir. Günümüzde bu olaylarla ve kişilerle ilgili yanlış bilinen birçok bilginin ve iddianın Seyahatname'de yer almadığı ve tamamen kurgudan ibaret olduğu unutulmamalıdır. Tarihçi Erhan Afyoncu ise Evliya Çelebi'nin güvenilir bir kaynak olduğunu iddia eder. Ona göre Seyahatname'deki birçok bilgi, anlatı devrin başka kaynaklarıyla örtüşmekteyken Lagari ve Hasan Çelebi'nin tamamen uydurma olarak değerlendirilmesini doğru ve samimi bulmaz. Ona göre bu iki bilim adamı ve uçuş denemeleri gerçek kabul edilmelidir.[37]

Kişiliği

Oldukça sert, disiplinli bir kişiliği olan IV. Murad, emirlerinin kesin olarak yerine getirilmesini bekler ve verdiği emirlerin uygulanışını takip ederdi. Emirlerine uyulup uyulmadığını tespit etmek için kıyafet değiştirerek halk arasında gezerdi. Kızdığı zaman kolaylıkla birini ölümle cezalandırabildiği için etrafındakilerin yanı sıra halk üzerinde de büyük bir korku yaratmıştı.[38] IV. Murad bir gün Beşiktaş'tan geçerken öküz arabasıyla oradan geçen bir köylü nedeniyle yolu kapanınca sinirlenerek köylüyü ok ile vurarak yaralamış,[39] bununla da hırsını alamayarak öldürülmesini isteyince, yanında duran Duçe Mehmed'in köylüyü kurtarmak için öldüğünü söylemesi sayesinde köylü ölümden kurtulmuştu.[38][39] Osmanlı tarihinde ilk defa bir şeyhülislâm (Ahizâde Hüseyin Efendi) onun emriyle öldürülür. Kuvvetli bir hafızaya sahip olduğu kabul edilir. Sporcu kişiliği ve güçlü bir yapıya sahip oluşu ile bilinen IV. Murad, ata binip dolaşmayı severdi. Tütün ve afyondan nefret etmesine karşın son derece içki düşkünü biri olan IV. Murad, yakın çevresiyle içki alemleri düzenlerdi. Kimi tarihçiler, onun bazı geceler oldukça sarhoş olduğunu, bu yüzden de o sırada verdiği idam emirlerinin infaz edilmemesini önceden tenbih ettiğini belirtir.[40] Son Osmanlı Halifesi Abdülmecid 1920'lerde kaleme aldığı bir risalesinde IV Murad hakkında "geleceğin en büyük hükümdarı olmaya namzet (aday) iken içtiği rakının kurbanı olduğu" diye yazar.[41] Yine Mehmet Halife adlı bir Osmanlı tarihçisi de Tarih-i Gılmâni adlı eserinde Sultan IV. Murad ile ilgili şöyle söylemektedir: Düşmanın kökünü kesti, eşkiyadan intikam aldı. O güruhun hiç biri elinden canını kurtaramadı. Revan ile Bağdat'ı alıp Kızılbaş'ı kahretti. Sağ kalaydı eğer bütün İran'ı ve Turan'ı alırdı. Cihanda on yedi yıl saltanat sürdükten sonra sonunda Allah'ın emriyle onun da devri son buldu. Merhum Sultan Murat gayet yiğit, boylu boslu ve heybetli idi. Öylesine iyi cirit ve ok atardı ki, akranı bulunmazdı. Ciritine kimse dayanamazdı. Merhum, cirit ile sekiz Arnavut kalkanını delip Budin'e göndermiştir. Bir okla on iki zırhı delip Mısır'a göndermiştir.[42] IV. Murad Arapça ve Farsça bilmekteydi.